AZAP, PİŞMANLIK VE SORGULAMA SÜRECİ

Hayatın içinde ne zaman bir sarsıntı yaşansa insanın iç sesiyle baş başa kaldığı o derin sessizlikte bir hakikat kıpırdanır: “Nerede hata yaptım?” İşte Kur’an, bu iç hesaplaşmanın ebedi sahnesini bize gösterir. A‘râf sûresi 5. ve 6. ayetlerde, azabın gelişiyle birlikte dile gelen bir pişmanlık ve ardından gelen ilahî sorgulama var. Bu yazıda sadece tarihî bir azap sahnesini değil, aynı zamanda sorumlulukla örülmüş bir hayatın, bilgiye muhatap olmanın, tebliğ ve tanıklık etmenin nasıl ağır bir yük olduğunu birlikte düşüneceğiz. Ayetler bize yalnızca geçmişte yaşananları değil, kendi çağımızda da sıklıkla duyduğumuz pişmanlık cümlelerinin aslında sahici ve çözüme dönük olmadığını fısıldıyor. Yazının merkezinde şu sorular yer almaktadır: “İnkâr edenlerin ‘Biz gerçekten zalim kişilermişiz.’ (el-A`raf 7/5) demeleri günümüz insanı için ne ifade ediyor? Allah neden peygamberlere de “soracağız” (el-A`raf 7/6) diyor?” Gelin, bu ayetlerin sesine kulak verelim, ayetlerin gösterdiği aydınlık yola odaklanalım.
Tövbenin Geçersiz Olduğu An ve Psikolojik Yansıması
Azap gelince şirk koşanların içini bir suçluluk duygusu kaplar ama o anda tövbe faydasızdır. Bu sahnede günahkârlık itirafında bulunulmuş olsa da bu geç kalınmış bir beyandır: “Azabımız onlara gelip çattığında, ‘Biz gerçekten zalim kişilermişiz!’ diye yakınmaktan başka söyleyecekleri söz kalmadı.” (el-A`raf 7/5). “Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisi”[1] içinde bu sözü söylemeleri, Firavun örneğinde olduğu gibi (Yûnus 10/90) azaptan kurtulma isteklerini gösterir ama artık vakit kurtulma vakti değildir. Ayrıca bu sözleriyle müşrik kimseler olduklarını da beyan etmiş olurlar. İnkârcılar, bu sözlerini azap fiilen gelmeden önce söylemişlerdir. Sözgelimi Semûd kavminin[2] uğrayacağı azap 3 gün sonra ulaşmıştır (Hûd 11/65). Dolayısıyla o kavim de benzerleri de “özeleştiri içerikli sözlerini” söyleme fırsatı bulmuşlardır. Tabi inkârcıların uğrayacağı azap, dünyadakiyle sınırlı değildir. Onların kendileri hakkında “zalim kişilermişiz (innâ kunnâ zâlimîn)” demeleri, zulümlerinin süreklilik ifade ettiğini göstermektedir.[3] Ayet, zulümlerin karşılıksız kalmadığının ve her şey kaybedildiğinde hakikatin daha açık hâle geldiğinin de kanıtıdır. Artık dünyevi her şey anlamsızlaşmıştır.
Bilgiyle Gelen Sorumluluk
Önceki ayette belirtildiği gibi suçlarını itiraf eden toplumlar, kendilerine gönderilen peygamberlere karşı tutum ve davranışlarından peygamberler de tebliğ görevini gereğince yerine getirip getirmediklerinden sorulacaklardır. Mesaj ulaştığı hâlde inkârı seçenler, özgür iradelerini hakikat karşıtlığı üzerine kurgulamış kimseler olarak görülecek ve çetin bir hesapla karşı karşıya kalacaklardır: “Mutlaka kendilerine peygamber gönderilenlere de soracağız ve mutlaka gönderilen peygamberlere de soracağız.” (el-A`raf 7/6). İnkârcıların itirafının ardından sorguya dikkat çeken bu ayet, kulların din konusundaki tutumlarını öğrenme amaçlı değil, kâfirlerin inkâr konusundaki kusurlarını iyice ortaya çıkaran azarlama amaçlı bir sorgulamaya vurgu yapar. Ayette “soracağız” fiilinin iki kez ve fiilin başında da sonunda da pekiştirme harflerine (leneselenne) yer verilerek geçmesi hem toplumların hem de onlara gönderilen elçilerin sorgulanacağını kuvvetli bir şekilde ifade etmek içindir. Yani “Peygamberler bile hesaba çekilecekse ey insanoğlu, ahiret konusundaki tedbirin nedir?” denilmiş olmaktadır. Peygamberlerin de sorgulanması çağdaş dönemdeki yetkililerin de hesap verebilirliği ve şeffaflık ilkelerini akla getirmektedir. İletişim açısından bakıldığında da hem gönderici hem de alıcının sorumluluğu gündeme gelmiş olmaktadır. Peygamberlerin ulaştırdığı vahyi bilgi, ulaştırdığı kimseler açısından bir sorumluluk alanı oluşturmaktadır. Yani bu bilgilendirmeye rağmen hakikatten yüz çevirenlerin bir mazereti olmayacaktır.
Peygamberlerin Tanıklığı ve İlahi Adaletin Tecelligâhı
Yukarıdaki ayette (el-A`raf 7/6) peygamberlere de “soracağız” denilmesinin bir anlamı da kavimlerinin risalet karşısındaki tutumlarının sorulması yani şahitliklerinin istenmesi olabilir. O gün öyle bir gündür ki eller ve ayaklar bile şahitlik yapacaktır (Yāsīn 36/65). Yapılan iyi ya da kötü ne varsa her şeyin ahirette sorgulanması, yüce Allah’ın cüziyyatı da bildiğine kanıt sayılmıştır. Bilmeseydi kulların beyanlarının doğru olup olmadığı kesinleşmezdi. Ayetteki sorgulamayla “Mücrimlerden günahları sorulmaz.” (el-Kasas 28/78) ayetinin birlikte değerlendirilmesi uygun olur. Zira ahirette değişik aşamaların bulunduğu bu aşamaların sorgulanma aşamasını içerdiği gibi herhangi bir şeyin sorulmayacağı aşamayı da içerdiği ifade edilmiştir. Bu ayette kendilerine peygamber gönderilmemiş toplumların ahirette sorguya çekilmesi konusunda bir şey söylenmemiştir; ancak Kur’an’ın genel ilkesi olarak, Allah’ın hiç kimseye gücünün yetmeyeceği bir sorumluluk yüklemeyeceği (el-Bakara 2/286), tebliğ ulaşmadan azap edilmeyeceği (el-İsrâ 17/15) gibi esaslardan hareketle bu konuda ilahî adaletin gözetileceği anlaşılmaktadır.
Sonuç
İbret dolu bir seslenişle, A‘râf sûresi 5. ve 6. ayetleri bize geç kalınmış bir pişmanlığın ve ardından gelen ilahî sorgulamanın nasıl kaçınılmaz bir hesaplaşmaya dönüştüğünü gösteriyor. Bu yazıda azap geldiğinde dile getirilen “Biz gerçekten zalim kişilermişiz!” (el-A`raf 7/5) sözünün sadece geçmiş toplumlara değil, bugünün insanına da ayna tuttuğunu gördük. Ardından gelen ve elçi gönderilen toplumlara da elçilere de sorulacağını söyleyen ayet (el-A`raf 7/6), mesajın ulaştığı herkes için bir sorumluluk çağrısıdır. Bu satırların okuruna düşen, soruyu doğru yerden sormaktır: “Ben de muhatap oldum mu?” Her yazının herkese her şeyi söylemesi gerekmez; bu yazı da sınırlı ayetler üzerinden birtakım dersler vermeye çalıştı; ancak şunu da gösterdi ki bilgiyle yüzleşmek, suskun vicdanların dilini çözer. Gelecek yazılarda başka ayetlerle bu sorgulamanın katmanlarını aralamaya devam edeceğiz. Bugün alınmayan dersin, yarın pişmanlıkla dile gelmemesi için…
MURAT KAYACAN
İSLAMİ HABER “MİRAT” -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
[1] Carol E. Hooker, “Learned Helplessness”, Social Work 21/3 (1976), 194.
[2] Semûd kavmi hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Murat Kayacan, Kur’an’da Hz. Salih ve Semûd Toplumu -Sosyolojik Bir Çözümleme- (İstanbul: Ekin Yayınları, 2024).
[3] Arapçada isim cümleleri, sabit ve süreğen durumları ifade eder. Bu yönüyle söz konusu pişmanlık, geçici bir gafletin değil, alışkanlık hâline gelmiş, derinlemesine kök salmış bir inkâr sürecinin ifadesidir.