Dilipak: Erken seçime karşıyım, uyarılarım troller tarafından saldırıymış gibi lanse ediliyor

Yazısına “Her şeyi gören, duyan, bilen hüküm sahibi bir Allah var” sözleriyle başlayan Dilipak, bir belediye başkanının diploması üzerinden başlayan tartışmanın Türkiye gündemini nasıl kilitlediğini hatırlatarak, savcılık soruşturmalarına yansıyan iddialar kapsamında “400 akademisyen ve 40 milletvekilinin sahte belgelerle göreve başladığı” iddiasının ciddi bir güven krizine yol açtığını belirtti.
Diploma Soruşturmasına Dikkat Çekti
Gündemdeki diploma tartışmalarına değinen Dilipak, bir belediye başkanının diploması üzerinden başlayan sürecin, geniş çaplı bir soruşturmayla 400 akademisyen ve 40 milletvekiline kadar uzandığını hatırlattı. Bu bilgilerin savcılık iddianamesine girdiğini belirten Dilipak, kendisinin bu konuyu bir ay öncesinden gündeme getirdiğini vurguladı.
İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek’in Meclis’te dile getirdiği iddiaları kaynak gösteren Dilipak, “Eğer bu milletvekilleri mahkum olur ve Meclis milletvekilliklerini düşürmezse, başka sahte diplomalıları nasıl yargılayacaksınız?” diyerek hukuk sistemine ilişkin sorular yöneltti.
“Türkiye Erken Seçimi Kaldıramaz”
Dilipak, yazısında erken seçim tartışmalarına da karşı çıktı. Ekonomik koşulların ve toplumsal kutuplaşmanın yeni bir seçimi kaldıramayacağını belirten yazar, “Ben erken seçime karşıyım. Türkiye’nin bir seçim ekonomisini taşıyacak durumu yok” ifadelerini kullandı. Eleştirilerinin yanlış anlaşıldığını söyleyen Dilipak, “Ben uyarı yapıyorum, onlar saldırı olarak algılıyor” diyerek kendisini eleştiren çevrelere yanıt verdi.
Dilipak, yazısını “Zalim babamız da olsa karşı durmalı, mazlum düşmanımız da olsa yanında olmalıyız” ifadeleriyle sonlandırdı.
İŞTE DİLİPAK’IN KÖŞE YAZISI:
Her şeyi gören, duyan, bilen hüküm sahibi bir Allah var.. Akıllardan ve kalplerden geçenleri eksiksiz yazan kiramen katibin var. Allaha ve ahiret gününe iman eden herkes bilir ki, Bu dünyada yaptıklarımızın ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın, söylediklerimizin ve söylememiz gerekirken söylemediklerimizin hesabının verileceği bir gün var. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bizlere gösterileceği bir gün var. Kınayanların kınamalarına aldırış etmeden ve birilerinden bir menfaat beklentisi olmadan adil şahidler olanlara, Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olanlara ne mutlu. Onlar pişman da olmayacaklar, mahzun da.
Bir belediye başkanının diplomasının tartışmasının ülke gündemini nasıl kilitlediğini biliyorsunuz. Bir iddianame hazırlanıyor, 400 Akademisyen ve 40 Milletvekilinin diploması ile ilgili şüphe konusu olan bir beyan iddianameye giriyor. Konu bir milletvekili tarafından mecliste gündeme getiriliyor, bu konu basında tartışma konusu oluyor. Ben de bir ay önceden diploma sahtekarlığı konusunu yazmışım. Diyorum ki, “3 ay sonra seçime var mısınız, 40 kadar milletvekilinin diploması şaibeliymiş. Bunlar ispatlanırsa, bu milletvekillerinin nitelikli, örgütlü, yüz kızartıcı suçtan 30 Milletvekilinin milletvekilliği düşürülürse, 3 ay içinde ara seçime gidilir. Halen TBMM de 8 sandalye boş. Türkiye nereye gidiyor?..” Ben erken seçime karşıyım, Türkiye’nin ekonomik durumunun bir seçim ekonomisini taşıyamayacağını düşünüyorum. Toplumdaki kutuplaşmanın da artmasından endişe ediyorum. Bunlar yazının bir uyarı mı yoksa bir eleştiri mi olduğunun bile farkında değiller.
Daha sonra dedim ki, “eğer milletvekilleri bu suçtan mahkum olursa, meclis oylama ile milletvekilliğini düşürmezseniz, diğer sahte diplomalıları bu durumda nasıl mahkum edeceksiniz?” Yasal bir zorunluluktan söz ediyorum. O “400 Akademisyen ve 40 milletvekili” ifadesi bana ait de değil. İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek, “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı ve iki iddianameyle genişletilen soruşturmaya atıfta bulunarak “şebekenin lideri olduğu öne sürülen Ziya Kadiroğlu‘nun geçmişine dikkat çekerek, 400 akademisyen ve 40 milletvekilinin sahte belgelerle göreve başladığının ileri sürüldüğünü, BTK’nın açıklama yapmamasının güven krizini derinleştirdiğini ve Türkiye’nin bu tarz suçların üreticisi ve taşıyıcısı haline geldiğini belirtti”. Kaynak: ANKA. Yahu bilginin kaynağı İçişleri Bakanlığının soruşması sonucu savcılık dosyasına giren bir ifade.
İşin ilginç yanı 400 akademisyenden kimse rahatsızlık duymuyor, “40 milletvekilinden 22’si bu suça iştirak etmiş ise +8 boş koltukla ülke 90 gün içinde seçime gidebilir” diye bir uyarıda bulunuyorum. Bunlar benim yazımı okumamışlar, ya da okumuşlarsa anlamamışlar. Ya da trol aklı işte, yukarıdan da “saldır” emri gelince saldırıyorlar. Ben onları “AKP’nin Papatyaları” yazısının yayınında birkaç gün sonra, bir işaretin ardından nasıl topyekun saldırıya geçtiklerini biliyorum. “Bu şartlar oluşursa Türkiye 90 gün içinde seçime gider” demek bir yasal zorunluluğun ifadesidir.
Mehmet Emin Hoca’ya bir ara Zaman’da yazdı diye saldırıyorlar. Bana Gülen’e bağlı “Gazeteciler Yazarlar Vakfı”ndan niye ödül aldım diye saldırıyorlar. Ödül bana değil, Programa verildi. Kanal, Toktamış hoca ve bana. Fotoğrafı kesmişler orada Gülen ile Erdoğan, Toktamış’la yan yana. Siyer Vakfı Başkanı Mehmet Emin hocaya saldırınca , o arada Erdoğan’ın resmi kesilip Gülen’in olduğu karede benim resmim olunca, Asya Finans’ın açılışında Gülen’le birlikte Gül, Erdoğan ve Bülent Arınç’ın resmi vardı. O resimde o 4 kişi Bank Asya’nın açılışında birlikte kurdele kestiler. O zaman onların gazetesinde hocaya saldıranlara, “bakın, o gün onlarla sizin abilerinizde oradaydı” demek istedim. Ama o da suç oldu. Zaten daha sonra Asya Finansın yönetim kurulu başkanı da SPK’ya başkan yapıldı.
4 Ocak 1996 akşamı Çırağan Sarayındaki ödül törenine Vakfı. Onursal başkanı Fethullah Gülen ile birlikte Rıza Akçalı (Çevre Bakanı), Melih Gökçek Ertuğrul Günay, Nail Güreli (Gazeteciler Cemiyeti Başk.), Hasan Cemal, Orhan Gencebay, Şevket Demirel de katılmıştı. Medya/TV Programcısı ödülüne Toktamış Ateş ile Abdurrahman Dilipak’ın, Köşe Yazarı Ödülüne Taha Akyol ile Cengiz Çandar’ın, Sanat Ödülüne Barış Manço’nun, Spor Ödülüne Fatih Terim’in, Aile Ödülüne de Perihan Savaş, Müjdat Gezen ve Hayrettin Karaca. Vakfın “Özürlülere Yardım Ödülü”nü Gezen ve Karaca ile birlikte kim paylaştı biliyor musunuz? Recep Tayyip Erdoğan! Erdoğan’la aynı “suçu” işlemişim yani. Kaldı ki, ben hiç “Gülenci” olmadın, Abant toplantılarına da katılmadım. İlk tutuklanacaklar listesinde benim adım da vardı. Ne onlar açıklandı, ne de darbe olsaydı vali, kaymakam, emniyet müdürü olacaklar ve diğer üst düzey yöneticilerin isimleri açıklandı. Kimse de bunları sormuyor. Çünkü sorarsan suçlanıyorsun.
Bugün beni kınayanlar var ya, FG hareketini 1993’de deşifre ettiğimde de o zaman onların bir çoğu cemaati savunuyorlardı. AK Parti kuruldu, 28 Şubat sonrası sürecinin arkasındaki derin gerçekleri deşifre edince bu defa hem AK Parti’den, hem CHP’den eleştiriler geldi. Çünkü o zaman birlikteydiler.
Erbakan zamanında da Adnan Oktar’ı eleştirince dışlanan ben oldum. Elhamdülillah, aslında onlar kaybettiler, Allah beni korudu, Maddi zorluklara, yargı yoluyla baskılara maruz kalsam da elhamdülillah manen kazanan ben oldu. Yaptıklarından da bir pişmanlık duymuyorum. Dün yaptıklarımı yarın yapmam gerekirse yine yaparım.
1993’de “Bu din benim dinim değildir” diye bir kitap yazdım. 28 Şubat günlerinde “Yaşasın Şeriat”ı yazdım. En rahat dönemim Özal’ın son dönemleriydi. Hasan Celal Güzel yakın arkadaşımdı, ağabeyimdi. Aramızda derin devleti, Apo’yu, PKK’yı en iyi bilenlerden biri Hasan Celal Güzel, diğeri Muhsin Yazıcıoğlu idi. (Allah onlara ve yaşayan dostları olarak bizlere rahmet etsin) O dönemde “Türkiye nereye gidiyor”, “Yağmalanan ülke Türkiye” diye Özal ekonomisini eleştiren 2 kitap yazdım. Günlük yazılarımda da sert eleştiriler vardı. Bir gün Güzel’e Özal’ın bana kızıp kızmadığını sordum. O da sormuş, “Dilipak soruyor” diye. “Devam etsin, o eleştirilerin rüzgarını arkamıza almamız lazım, yoksa içeride ve dışarıda birileri ile baş etmemiz kolay değil” demiş. Ben böyle sorunca, o daha sonra “MEB 21.YY Eğitim Politikaları Şurası”nın ana komisyonuna beni davet etti ve genel kurulda ana konuşmayı bana yaptırdı. Hasan Celale sordum: Girmemem ya da söylememin iyi olacağı gibi bir tavsiyesi var mı dedim. Yok o zaten biliyor, bildiği gibi konuşsun demiş. Vefatından önce de Diyarbakır’da bir “Terör ve Kürt meselesi” konulu uzun sürecek bir konferans toplamayı düşünüyordu. Açış konusunu kendisi yapacak, ama daha sonra ana konuşmayı benim yapmamı istiyordu. Belki aylar sürecek bir konferansta tüm sorunlar, bütün yönleri ile tek tek ele alınacak. Ve çözüm için bir yol haritası hazırlanacaktı. Tabi konu Bakanlıklar nezdinde değerlendirildikten sonra TBMM’ye getirilecekti.
Meşhur sözdür: “Baba sen beni dostlarımdan koru (dost görünenlerden koru), ben düşmanlarımla baş edebilirim”. Siyasilerin dostları “Kesbi”dir, “Hasbi” değil. Bir gün bunu onlar da hatırlayacak. Bu Kesbi dostların (!?) işleri, aslında kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşan adamın haline benzer. Kullandıkları o dil ve üslupla koruduklarını sandıkları değere, kişi ve örgüte zarar verirler.
O günlerden bugünlere geldik. Şimdi, Ayasofya’nın işletmesini kime verdiniz deseniz, sorunun arkasında başka bir şeyler arayacaklar. “Sana ne”, “Her şey açıklanmaz, devlet aklı diye bir şey var diyeceksin. Peki Ayasofya’nın karşısındaki Süleymaniye’nin hemen yanındaki hamamı kim işletiyor, oradaki durum vakıf ahlakı ile uyumlu mu diye soracak olsan, yine aynı şekilde cevap alacaksınız.
Onların gözünde aklanmak için yazmıyorum bunları. Onlara acıdığımdan akıllarını başlarına toplasınlar diye bir uyarı olur mu diye yazıyorum bunları. Son bir hatırlatma daha. Benim, ailem ve çocuklarım hakkında söyledikleriniz, yalanlarınız ve iftiralarınız var ya, din gününde bizde olmayan şeyleri bize isnad ettiğiniz için, siz o şeyleri kendiniz yapmış gibi yargılanacaksınız. Kul hakkı diye bir şey var. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olmakla emrolunduk. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Din ve devlet büyüklerinizi, Allah (cc) den başka hiç kimseyi İlah ve Rab edinmeyelim. Bize emrolunduğu gibi dosdoğru olalım.. Bir kişiye, topluma, kavme olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemeli.
Ama yine bildiğiniz yolda yürümek istiyorsanız, durmak yok, yola devam. Birileri bu dünyada yapıp yapmadıkları ile ya kendi cennetine kendi sırtında tuğla taşıyacak, ya da kendi cehennemine kendi sırtında odun taşıyacak.
Selam ve dua
habervakti
Not: F.Gülen, Erdoğan, Toktamış, Ateş ve diğerlerinin toplu fotoğraf için bakınız: